8 Eylül 2025 Pazartesi

Direniş-Neslihan

Boğaçhan Obası

Direniş-neslihan



Uzak diyarlarda, dağların doruklarında karın eksik olmadığı, vadilerinden rüzgârların türkü gibi estiği bir coğrafyada Boğaçhan Obası kurulmuştu. Bu oba, göçebe hayatın bereketli durağı, atların özgürce koştuğu, çocukların gülüşleriyle yankılanan bir yurt idi.

Obanın ortasında koca bir meydan vardı. Meydanın çevresinde kara keçi kılından yapılmış çadırlar sıralanır, bacalardan dumanlar yükselirdi. Dumanın kokusu bazen közde pişen ekmeğin, bazen de kaynayan etin habercisi olurdu. Çocuklar sabah erkenden kalkar, keçi sürülerinin peşinde koşar; kadınlar ise yün eğirir, süt sağar, tandır başında ekmek pişirirdi. Erkekler atlarına binip yaylaya çıkar, bazısı ava, bazısı sürülerin ardına düşerdi.

Oba öyle bir yerdeydi ki, bir yanından gürül gürül akan dereler, bir yanından çiçeklerle bezenmiş yaylalar uzanırdı. İlkbaharda dere boyları mor menekşe ve sarı papatyalarla bezenir, yaz gelince ovalar buğday başaklarıyla altın gibi parlar, sonbaharda dağlar kızıl renge bürünürdü. Kışınsa oba, karla örtülür, sanki gökyüzünden inmiş beyaz bir yorgan altında dinlenirdi.

Ama Boğaçhan Obası’nın asıl bereketi, işte bu akarsularından gelirdi. Bu sular hem sürülere, hem tarlalara, hem de obanın yüreğine can verirdi. Su, obanın nefesiydi. Her sabah kadınlar testilerini dereden doldururken, çocuklar suyun şırıltısıyla oynar, erkekler akarsuyun yanına atlarını bağlarlardı. Su, oba için hem hayat, hem bereket, hem de huzurdu.

Boğaçhan Obası yalnızca coğrafyasıyla değil, insanıyla da gurur duyulacak bir yurttu. İnsanları cesur, konuksever, vakur ve mertti. Ne var ki, aralarında öyle biri vardı ki, adı daha nice obalara yayılmıştı: Neslihan.

Neslihan’ın Heybeti


Boğaçhan Obası’nın en parlak yıldızı hiç şüphesiz Neslihan idi. Onu görenler bir daha bakmaya cesaret edemezdi; çünkü bakışları insana hem hayranlık hem de çekinç verirdi.

Neslihan uzun boylu, ince belli, ama dağ gibi dimdik dururdu. Omuzlarına dökülen kara saçları, rüzgâr estiğinde dere boylarındaki söğüt dalları gibi savrulurdu. Gözleri gece karasıydı, ama bakınca içinde bir kıvılcım, bir ışık yanar; bakanı içine çekerdi. Dudaklarının kenarında çoğu zaman derin bir ciddiyet, bazen de içten bir tebessüm olurdu.

Onun yürüyüşü bile başkaydı. Obanın genç kızları yanına düştüğünde, adımlarını ona uydurur; delikanlılar ise göz ucuyla bakıp sonra başlarını yere eğerdi. Çünkü Neslihan yalnız güzelliğiyle değil, asalet ve vakarıyla da obanın gözbebeğiydi.

Küçük yaşından beri ata binmiş, ok atmış, kılıç tutmuştu. At sırtında rüzgârla yarışır, kılıcı kaldırınca bileği titremezdi. Kadınların işine de yardım eder, çocukları sever, yaşlıların gönlünü hoş ederdi. İşte bu yüzden, yalnız güzelliğiyle değil, yüreğinin büyüklüğüyle de dillere destandı.

Obanın ihtiyarları, “Bu kız, hem analarımızın zarafetini hem de atalarımızın yiğitliğini taşıyor,” derlerdi. Genç delikanlılar arasında onun için türküler yakılır, kimi zaman gece ateş başında bağlama eşliğinde onun adı mırıldanırdı.

Ama Neslihan’ın bakışları her şeye rağmen uzaklara dalardı. Sanki obanın mutluluğu içinde bile bir endişe kıvılcımı taşırdı. Çünkü o, sadece kendi güzelliğiyle değil, oba halkının derdiyle dertlenen bir yüreğe sahipti.


Suların Azalması


Boğaçhan Obası, dağların eteklerinde kurulmuş, bereketli akarsuların çevresinde yeşermişti. Her sabah çadırların arasından yükselen dumanla birlikte dere boylarından gelen su şırıltısı, obalıların gönlünü şen ederdi. Çocuklar derede çırılçıplak oynar, kadınlar çamaşırlarını sulara vurur, erkekler atlarını dere kenarında sulardı. Akarsular obanın can damarıydı; çünkü yalnız içmek için değil, ekinleri, hayvanları ve hatta insanın ruhunu besleyen bir bereketti.

Fakat bir gün geldi ki, derelerin sesi hafif hafif azalmaya başladı. Önceleri kimse önemsemedi; “Yazdır, kuraklık bastı” dediler. Fakat zamanla o berrak akış, yerini hüzünlü bir damlamaya bıraktı. Çocukların neşesi azaldı, kadınların yüzüne gölge düştü, erkeklerin bakışı sertleşti.

Kışa yakın günlerde dahi suların hâlâ azaldığını gören oba halkı, endişeli fısıltılara başladı:

“Ya bu dere kurursa?”

“Oba taşınmak zorunda kalır mı?”

“Biz bu toprakları bırakıp nereye gideriz?”


İşte o günlerde Neslihan’ın gözleri daha çok uzaklara dalar oldu. O, içten içe bu işin yalnız bir kuraklık meselesi olmadığını hissediyordu. Ne kadar genç olsa da sezgileri kuvvetliydi. Geceleri çadırında dua eder, sabahları dere kenarında diz çöküp suları seyrederdi.

Ve bir gece vakti, yıldızların altında kendi kendine fısıldadı:

> “Ey dereler… Siz dağların bağrından bize armağansınız. Peki neden çekiliyorsunuz? Yoksa bir el mi size engel oldu?..”



Neslihan’ın kalbine düşen bu şüphe, ilerleyen günlerde adını Demir Bey’le anacağı bir sırra dönüşecekti.

Aşk Kıvılcımı


Obanın dereleri azalıyor, kaygı büyüyordu. Erkekler kendi aralarında toplanıyor, kadınlar dua ediyor, yaşlılar ise geçmişten ibretli kıssalar anlatıyordu. Böyle bir günde, Boğaçhan obasının cesur yiğidi Kızıl Alp, dere başında düşüncelere dalmıştı. Uzaktan bakıldığında bile yüreğindeki ateşi saklayamayan, gözlerinden cesaret fışkıran biriydi.

İşte o sırada Neslihan da elinde testiyle dere kenarına geldi. Normalde genç kızlar, yiğitlerin bakışlarından çekinir, utangaç davranırdı. Fakat o gün kader, onları yan yana getirdi. Neslihan testisini doldururken Kızıl Alp usulca yaklaştı. Suyun akışı azalmıştı; testiyi doldurmak bile güçleşiyordu.

Kızıl Alp eğilip yardım etmek istedi:

“İzin ver Neslihan, testini ben doldurayım.”


Neslihan başını kaldırdı, göz göze geldiler. O an sanki akan suyun sesi bile sustu. İki gönül, bir an için birbirinin aynasında kayboldu. Neslihan utangaç bir tebessümle testiyi uzattı.

Kızıl Alp, testiyi doldururken hafifçe fısıldadı:

“Bu sular çekilse de… gönlümdeki sevda eksilmez.”


Neslihan’ın yüzüne kızıllık yayıldı; kalbi hızla çarpmaya başladı. Dudakları titredi ama cevap veremedi. Yalnızca gözleriyle, o bakışlarıyla karşılık verdi.

O günden sonra, oba halkı her ne kadar derelerin kesilmesinden dert yansa da, iki gönül arasında sessiz bir ateş yanmıştı. Her buluştuklarında gözleriyle konuşuyor, birbirlerine güç veriyorlardı. Neslihan’ın içindeki endişe, Kızıl Alp’in varlığıyla hafifliyor; Kızıl Alp’in yüreğindeki yiğitlik, Neslihan’ın bakışlarıyla daha da büyüyordu.

Ama ikisi de biliyordu ki, su meselesi çözülmezse, aşkları da obanın geleceği gibi tehlikeye düşecekti. Neslihan geceleri dua ederken, Kızıl Alp kılıcını sıyırıp gökyüzüne bakıyor ve “Ya Rabbim, bu sevdayı boşa çıkarma” diye mırıldanıyordu.


Suların Kesilmesi


Boğaçhan obasında sabahlar artık hüzünle doğuyordu. Önceleri gürül gürül akan dereler, çocukların şen kahkahalarına eşlik ederdi. Ama şimdi… taşların arasından cılız bir su sızıyor, kimi gün hiç akmıyordu.

Kadınlar su testileriyle boş döner olmuştu. Çobanlar sürülerini sulayamıyor, tarlalarda yeşeren filizler boy veremeden kuruyordu. Obanın ihtiyarları başlarını yere eğmişti; gençler ise öfkeyle ellerini yumruk yapıyordu.

Neslihan, bu manzarayı her gördüğünde kalbi parçalanıyordu. O, sadece obasının güzelliğiyle değil; merhameti ve aklıyla da tanınırdı. Gözlemlerinden şüphelenmeye başlamıştı. Gözlerini ufka diktiğinde, dağların ardında kurulu olan Sarpkaya Obası aklına geliyordu. Ve onların reisi Demir Bey…

İçinden bir fısıltı yükseliyordu:

“Bu işte onun parmağı var.”


Ama bunu açıkça söylemeye cesaret edemedi. Çünkü bir oba beyini suçlamak kolay değildi. Hem, kanıt olmadan bu sözler yalnızca fitne olurdu. Yine de yüreği biliyordu: sular, doğa yüzünden değil; bir el yüzünden çekiliyordu.

Bu sırada Neslihan’ın gönlünde başka bir ateş de yanıyordu. Kızıl Alp’in bakışları, sözleri, duruşu… obaya çöken kasvetin arasında bir umut ışığı gibiydi. Herkes karamsarlığa kapıldığında, onun varlığı Neslihan’a güç veriyordu.

Kızıl Alp bir gün Neslihan’ın yanına geldi, gözlerinde hem öfke hem umut vardı:

“Bu derdin ardında bir hile olduğunu biliyorum. Sularımızı elimizden alırlarsa, ekmeğimiz de namusumuz da tehlikededir. Sen üzülme Neslihan, ben sonuna kadar bu davanın arkasındayım.”


Neslihan ise derin bir nefes aldı, gözleri doldu:

“Ben de aynı şeyi düşünüyorum, Kızıl Alp. Ama obada herkesin dili başka… Kimi taşınmaktan bahsediyor, kimi çaresizlikten.”


Kızıl Alp yumruğunu yere vurdu:

“Taşınmak mı? Boğaçhan obası dedelerimizin kanıyla yoğruldu. Bu toprak bırakılmaz! Suları kesen kimse, bizden korksun.”


İşte o anda, ikisinin arasında aşk ile direnişin bağı iyice düğümlendi. Neslihan’ın gözlerindeki parıltı Kızıl Alp’in kalbine işledi. O andan sonra ikisi için aşk, sadece gönül meselesi değil; oba için verilen mücadelenin ateşi olmuştu.

Ama obada söylentiler yayılıyordu: “Göçelim!”, “Bu toprak artık bereket vermiyor!”, “Çocuklarımız aç kalacak!” Sesler büyüdükçe, oba içten içe parçalanmaya başlıyordu.

Ve işte o gün geldi… sabah erkenden, dereler tamamen kurudu. Boğaçhan obası sessizliğe büründü; herkes birbirine bakıyor, gözlerde korku ve çaresizlik dolaşıyordu.

Neslihan içten içe haykırıyordu:

“Ya dağlar değilse? Ya bu kuraklık bir insan eliyleyse?!”


Ama şimdilik susması gerekiyordu. Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sadece su değil; oba düzeni de büyük bir savaşa sürüklenecekti.

Göç Fısıltıları ve Aşkın Büyümesi


Boğaçhan obasında umutsuzluk artık günlük bir misafir olmuştu. Suların kesilmesiyle birlikte hayvanlar zayıflıyor, ekinler kavruluyor, çocukların gözleri buğulanıyordu. Çaresiz kalan oba erleri, taşınma fısıltıları dillendirmeye başlamıştı.

Bir gün sabah vakti, Neslihan çadırından çıkıp oba meydanına yürüdü. Gördüğü manzara içini sızlattı: Birçok oba sakini, yüklerini deve ve atlarına yüklemiş, helallik istiyordu. Kadınlar gözyaşı döküyor, ihtiyarlar derin iç çekişlerle “Bu toprak bizi terk etti” diyordu.

Neslihan’ın gözlerinden yaşlar sel olup aktı. Gözleri, adeta derelerin kuruyan yatakları gibi dolu dolu… Koca yürekli Neslihan obanın ortasında diz çöktü, ellerini göğe açtı:

“Ey atalarımızın kanıyla sulanmış topraklar! Biz sizden vazgeçersek, kim bize sahip çıkar?”


O an, halk sessizliğe büründü. Neslihan’ın gözyaşları, konuşmaktan çok şey anlatıyordu.

Kızıl Alp, onun bu hâlini görünce yüreği parçalandı. Sessizce yanına gelip omzuna dokundu:

“Ağlama Neslihan. Göç etmeye kalksalar da ben burada kalacağım. Seninle, bu topraklarla, derelerimizle beraber. Bırak herkes gitsin, ben vazgeçmeyeceğim.”


Neslihan başını kaldırdı, gözleri yaşla parlıyordu:

“Biliyor musun Kızıl Alp… Bir yanım kahroluyor, çünkü ailem ve akrabalarım da göçmek istiyor. Ama bir yanım da şükrediyor, çünkü sen varsın. Senin için her şeyden vazgeçebilen bir yiğit yanımda… İşte o bana güç veriyor.”


Kızıl Alp, dimdik durdu, sesi gürleşti:

“Benim için değil Neslihan, obamız için! Ama şunu bil: Eğer sen bana ‘git’ desen, dağları deviririm, yine gitmem. Çünkü senin gözlerinde sadece obanın değil, koca bir milletin geleceğini görüyorum.”


O an aralarında bir sessizlik oldu. Yalnızca yüreklerinin atışı, geceyi dolduran rüzgârın uğultusuyla yarışıyordu. Aşk kıvılcımları, obanın ateşini besleyen közler gibi harlanıyordu.

Ama oba halkı durmuyordu. Her gün daha çok kişi göç hazırlığı yapıyor, çadırlar sökülüyordu. Bir sabah Neslihan uyandığında, yarım oba çoktan yola revan olmuştu. Atların nal sesleri, kadınların ağıtları, çocukların ağlamaları göğe yükseliyordu.

Neslihan’ın gözlerinden yaşlar ırmak gibi aktı. Elini kalbine bastırdı, sanki yüreğini yerinden sökecek gibiydi. Tam o sırada Kızıl Alp yanına koştu:

“Neslihan! Dayan. Onlar gidiyorsa gitsinler. Biz kalacağız. Biz bu toprak için direneceğiz. Sen varsan, ben varım. Senin gözyaşların bu toprağı yeniden yeşertecek, inan bana.”


Neslihan gözlerini yere dikti, sonra ufka çevirdi. Dudaklarından tek bir cümle döküldü:

“O vakit Kızıl Alp, bu toprak bizim nikâhımız olsun. Biz burada kalacağız. Bedeli ne olursa olsun.”


Ve işte o anda, göç dalgasının arasında bile direnişin tohumu daha da kök saldı. Neslihan ve Kızıl Alp, hem obaya hem kendilerine bir söz verdiler:
“Bu topraklarda ya direneceğiz, ya da birlikte yok olacağız.”
Aşk Kıvılcımı

Obanın üstüne akşamın kızıllığı çökmüştü. Çocukların gülüşleri çadırların arasından yavaş yavaş çekilirken, yerini koyunların meleyişi, ateş başında kaynayan kazanların buharı alıyordu. O gün herkesin yüreğinde aynı tasa vardı: suların azalması. Lakin Neslihan’ın gönlünde başka bir kıpırtı da başlamıştı.

O, suyun başına her gidişinde, kayanın üstünde oturup uzaklara dalan Kızıl Alp’i görüyordu. Onun geniş omuzlarına yaslanan gök, adeta küçülüyordu. Sessizliği, bir yiğidin içli türküsü gibiydi. Neslihan bazen ona bakarken, içi titrer, gözlerini hemen suya dikerdi. Fakat kalbi hızla çarpardı; sanki her damla, her şırıltı ona Kızıl Alp’in adını söylüyordu.

Bir gün, oba kadınları dereden su doldururken, Kızıl Alp ansızın Neslihan’ın testisini elinden aldı.
“Bırak ben taşıyayım,” dedi, gözlerini yere indirerek.
Neslihan şaşırdı, yüzü kızardı.
“Ben taşırım Alp,” diye mırıldandı ama sesi titriyordu.

Yol boyu sessizlik çökmüştü. Sadece Kızıl Alp’in güçlü kollarında testinin sallanış sesi duyuluyordu. Çadıra vardıklarında, Kızıl Alp testiyi yere koydu, ama gözleri Neslihan’ın gözlerinden kaçamadı. İşte o anda, ikisinin de kalbinde bir kıvılcım yandı.

O gece, oba ateşinin etrafında gençler cenk oyunları yaparken, Neslihan’ın gözleri hep Kızıl Alp’i arıyordu. Kızıl Alp de atının yelesini okşarken, gizli gizli onu izliyordu. Yıldızlı gökyüzü, bu iki yüreğin sırdaşına dönüşmüştü.

Neslihan, annesinin çadırında iğneye iplik geçirmeye çalışırken, aklı hep Kızıl Alp’in bakışlarındaydı. İğne deliğini göremedi, ipliği bir türlü geçiremedi. Annesi fark etti, gülümsedi ama bir şey demedi. Çünkü aşkın gözleri görmez olurdu bazen…

Ve işte o gece, oba sessizliğe bürünmüşken, Kızıl Alp atının dizginini çekti, uzak tepeden obaya baktı. “Neslihan…” diye fısıldadı rüzgâra. Rüzgâr taşıdı bu sesi, Neslihan’ın çadırına kadar ulaştırdı sanki. Neslihan uyumamıştı; gözleri nemliydi, ama içi ılık bir ateşle doluydu.

Obada sular azalıyordu, ama iki gönülde su gibi çağlayan bir şey vardı artık: aşk kıvılcımı.
Kızıl Alp’in Habersiz Gidişi

Gece, oba üzerine kara bir örtü gibi çökmüştü. Çadırlardan yükselen ocak ışıkları birer birer sönüyor, sadece kurt ulumaları ve uzak dağlardan gelen rüzgârın uğultusu işitiliyordu. Herkes uykuya dalmış görünse de, Kızıl Alp’in gönlüne uyku haramdı.

O gün, Neslihan’ın ağzından dökülen sözler hâlâ kulaklarındaydı:
“Ya dağlar değilse… Demir Bey’den şüpheleniyorum.”

Bu söz, Kızıl Alp’in yüreğine hançer gibi saplanmıştı. Çünkü eğer bu şüphe doğruysa, obaların dirliği dağılacak, toyda büyük kargaşalar kopacaktı. Kızıl Alp, hem sevdiği kızın gözyaşlarını dindirmek, hem de obanın adını temize çıkarmak için kararını verdi.

Çadırında tek başına oturuyordu. Önünde kınalı kılıcı, yanında eski yaylı oku vardı. Elini kılıcın kabzasına koydu, gözlerini yumdu. Dudaklarından şu sözler döküldü:
“Ya Rab, bana güç ver. Neslihan’a söz vermedim, ama gönlümde ona ant ettim: Bu işin aslını bulacağım.”

Ay ışığı çadırın ucundan içeri sızıyor, Kızıl Alp’in yüzünü parlatıyordu. Atının bağlı olduğu kazığa yürüdü. At, sanki sahibinin derdini anlamış gibi kişnedi hafifçe. “Sus yiğidim,” dedi Kızıl Alp, “sessiz olmalıyız.”

Kılıcını kuşandı, oklarını sırtına taktı. Yavaşça çadırın kapısını araladı. Obanın nöbetçileri ateşin başında uykusuz gözlerle oturuyordu, ama Kızıl Alp’in sessiz adımlarını fark etmediler. O, gecenin karanlığına karıştı.

Arkasında bıraktığı obada ise, Neslihan uyuyamıyordu. Yatağında sağa sola dönüyor, içini kemiren bir hisle boğuşuyordu. Sanki bir şey olacaktı… Kızıl Alp’in ruhu, kalbinde yankılanıyordu.

Kızıl Alp dere boylarına doğru atını sürerken, içinden şunları geçiriyordu:
“Eğer Demir Bey’in erleri bu işi yapıyorsa, yalnızca suyumuzu değil, geleceğimizi de çalıyorlar. Bunu bilmeden Neslihan’a nasıl bakarım?”

O gece, yıldızlar bile sanki daha parlak yanıyordu. Sanki gökyüzü de onun yürüyüşüne şahitlik ediyordu.

Ve işte böylece Kızıl Alp, Neslihan’a haber vermeden, yalnız başına, suyun kesildiği yere doğru revan oldu.

Doğruların Görülmesi ve Şahitler


Kızıl Alp, dere boyuna vardığında ay gökyüzünde en parlak hâlindeydi. Suların önünü tutan taş yığınları, ay ışığında karaltı gibi duruyordu. Fakat orada bir başka şey vardı: Demir Bey’in alpleri.

Gizlice gözetledi onları. İki alp, gece sessizliğini yarmamak için fısıldaşarak konuşuyordu:
“Beyimiz doğru dedi, bu sular akarsa Boğaçhan obası güçlenir. Önlerini kestik mi, ya göçerler ya da diz çökerler.”

Kızıl Alp’in yüreği sızladı. Demek ki Neslihan’ın şüphesi doğruydu. Fakat öfkeyle kılıcını çekmedi. Çünkü öfke, delil yerine geçmezdi. Bu işin doğruluğunu kanıtlamak için şahitler gerekliydi.

Kendi kendine fısıldadı:
“Bu suyun hakkı Tanrı’nın takdiridir. İnsan elinin zulmüne boyun eğmeyeceğiz. Şahitler olmadan kimse inanmaz. Bunu toyda ortaya koymak gerek.”

Atına atladı, uzun yolları aşarak komşu obalara yöneldi. Cergi Obası’na gitti önce. Oranın beyi, dirayetli ve adil biriydi. Ona dere boyunda gördüklerini anlattı. Bey düşündü, sonra dedi ki:
“Böyle bir iş, obalar arası büyük suçtur. Eğer doğruysa Demir Bey toyda hesap verecek. Alplerimden birkaçını sana şahit olarak veriyorum.”

Sonra Atmaca Obası’na uğradı. Cenkalp adında yiğit bir er, Kızıl Alp’in sözlerine kulak verip öfkelendi:
“Su kesmek, obanın canını kesmek demektir! Ben de geleceğim, gözümle görüp toyda söyleyeceğim.”

Ardından Karlı Obası’na gitti. Oranın soğuğu sert, erleri çetin olurdu. Onlar da bu işe razı gelmedi, şahit vermeyi kabul ettiler.

Bu yolculuk günler sürdü. Geceleri yıldızların altında uyudu, gündüzleri at sırtında geçti. Yorgun düşse de, aklında tek bir şey vardı: Neslihan’ın bakışları. Onun endişeli gözlerini hatırladıkça, gücü tükenmedi.

O sırada Boğaçhan obasında bekleyiş vardı. Çadırların önünde kadınlar suyun sesini özlemle dinliyormuş gibi kulak kabartıyordu. Ama bir ses yoktu. Neslihan, her gün aynı tepede bekliyor, gözlerini dağlardan ayırmıyordu. Kızıl Alp’in ailesi gözyaşları döküyor, “Belki de geri dönmeyecek” diye fısıldıyordu. Neslihan da ağlıyordu… ama onun gözyaşları bir obadan değil, bir yürekten akıyordu.

Günler sonra Kızıl Alp, yanında Cergi, Atmaca ve Karlı obasından şahitlerle döndü. Artık delil hazırdı. Doğru, toyda apaçık ortaya konacaktı.

Suçun Ortaya Çıkışı ve Dönüş


Kızıl Alp ve yanındaki şahitler, gecenin koynunda dere boyuna vardılar. Ay bu defa bulutların arasından süzülüyor, sanki olup biteceklerin şahidi olmak için saklanıyordu.

Atmaca obasından Cenkalp’in fikriyle bir taş hafifçe çekildi, suyun hafif şırıltısı duyuldu. Sonra yeniden kapatıldı. Bu oyunla Demir Bey’in erleri suçüstü yakalanacaktı.

Ve nihayet beklenen an geldi. Demir Bey’in alpleri, ağır adımlarla dere boyuna indiler. Ellerinde kürek, dillerinde fısıltılar:
“Çabuk olun, beyimiz görmeden su taşlarını yerine oturtalım.”

Tam o esnada, pusudaki yiğitler fırladı. Kılıçların parıltısı ay ışığına karıştı, bağırışlar dere kenarında yankılandı. Daha ne olduğunu anlayamadan, Demir Bey’in adamlarının kılıçları enselerine dayanmıştı. Ellerine urganlar geçirildi, birer suçlu gibi bağlandılar.

Şahitler gözleriyle gördü. Artık inkâr imkânsızdı. O büyük suç, yani suyu kesmek – obaların hayat damarıyla oynamak – ortaya çıkmıştı. Suçlular, toy gününe kadar hesap vermeleri için kutlu beyin erlerine teslim edildi. Ellerine zincirler vuruldu, kafesli çadıra konulmak üzere götürüldüler.

🌙 O sırada Kızıl Alp, secdeye kapandı. Gözlerinden yaş süzülürken dudaklarından şu söz döküldü:
“Ey Rabbim, bu suyun hakkını bize geri verdin. Şükürler olsun sana.”

Secdeden kalktı, atına bindi. Geceydi, ama dönüş yolunda sanki gündüz gibi aydınlık vardı. Atının nalları taşlara vurdukça kıvılcımlar saçıyor, Kızıl Alp’in yüreği yanıyordu. Çünkü obasında bekleyen bir yürek daha vardı: Neslihan.

🌿 Boğaçhan obasında o gece sessizlik hâkimdi. Göç hazırlığı yapan çadırlar toparlanmış, sabah yola revan olmak için bekliyordu. Kızıl Alp’in ailesi artık umudu kesmişti. “Oğlumuz dönmeyecek” diyerek gözyaşı döküyorlardı.

Neslihan ise gece yarısı ellerini kaldırdı, gözyaşları içinde dua etti:
“Rabbim! Obamın da, kalbimin de suyunu senden istiyorum. Sen bize susuzluğu değil, bereketi lütfet. Ne olur, hem obamı hem gönlümü kurutma Ya Rab.”

Daha duasını bitirmemişti ki… kulaklarına tanıdık bir ses çalındı. Şırıl şırıl akan suyun sesi! Önce gözlerine inanamadı, sonra dışarı fırladı. Dere, yeniden coşmuştu.

Ve dere boyunda, ay ışığı altında bir siluet belirdi. Üzerinde parlayan zırhıyla, atının üzerinde heybetiyle gelen bir yiğit… Kızıl Alpti bu!

Neslihan’ın gözleri doldu. Obasının suyu da, kalbinin suyu da gelmişti.

Toy Mahkemesi ve Adalet


Boğaçhan obasında ertesi sabah, güneş adeta yepyeni bir günün müjdecisi gibi doğdu. Dereler yeniden çağlıyor, oba halkı gözyaşlarıyla sevinç nidaları arasında suya ellerini daldırıyordu. Kimisi avuç avuç içiyor, kimisi hayvanlarına su içiriyor, kimisi de secdeye kapanıyordu.

Ama adaletin günü gelmişti. Çünkü Demir Bey’in erleri, kutlu beyin obasında yapılacak büyük toy mahkemesine götürülmüştü. Toy günü, çevredeki tüm oba beyleri ve yiğitleri hazır bulunacaktı.

🛡 Toy meydanı kuruldu. Ortada büyük bir otağ, çevresinde oba sancakları dalgalanıyordu. Her oba kendi renklerini getirmiş, meydan bayram yerine dönmüştü. Ama bu bayramda bir hesaplaşma vardı.

Kutlu Bey otağın önünde yerini aldı, tok sesiyle seslendi:
— Ey oba halkı! Bugün yalnızca suçluları değil, adaletimizi de sınayacağız. Su kesmek, obaların nefesini kesmektir. Bu suçun cezası ağırdır!

Kafesli çadırdan elleri bağlı şekilde çıkarılan Demir Bey’in erleri, meydanın ortasına getirildi. Başları öne eğikti, gözlerinde pişmanlık ve korku okunuyordu.

Şahitler bir bir konuştu. Atmaca obasından Cenkalp, Cergi oba’dan Temur, Karlı oba’dan Alpagut… Hepsi aynı şeyi gördüklerini söyledi:
— Suların önünü bu erler taşlarla kestiler. Obaları susuz bırakmaya çalıştılar.

Artık inkâr mümkün değildi. Bütün oba halkı öfkeyle homurdandı. Kadınlar gözyaşı döktü, çocuklar bağırdı. Çünkü susuzluk, ölümdü.

Kutlu Bey kararını açıkladı:
— Suç sabittir. Demir Bey’in erleri büyük bir günaha bulaşmıştır. Cezaları: Bin koyun, yüz çuval hububat ve ayrıca üç yıl boyunca diğer obalara hizmet. Bu mallar, hem Boğaçhan obasının düğününe hem de obaların ortak rızkına harcanacaktır.

Halk “Adalet!” diye bağırdı.

🐏 O gün Demir Bey’den gelen bin koyun, Boğaçhan obasının meydanına sürüldü. Hububat çuvalları yığılırken oba halkının sevinci artıyordu.

Ve işte düğün hazırlıkları böylece başladı. Koyunların bir kısmı düğün yemeği için kesildi, kazanlar kuruldu. Geri kalanlar ise  oba halkı arasında eşitçe dağıtılacaktı.

🌸 Neslihan, toy meydanında başı dimdik yürüyordu. Obasıyla iftihar ediliyordu, cesareti ve asaleti herkesin dilindeydi.
Kızıl Alp ise yiğitliğiyle obaların kahramanı olmuştu. Onlara bakan herkes, “İşte direnişin, aşkın ve adaletin sembolü bunlardır” diyordu.


Neslihan ve Kızıl Alp’in Düğünü


Toy mahkemesinin üzerinden günler geçti. Boğaçhan obası artık şenlik içindeydi. Her oba kendi yiyeceğini, hediyesini, sazını getirmişti. Meydan kına gecesi gibi süslenmiş, derelerden yükselen şırıltı sanki bu düğüne eşlik ediyordu.

🐏 Bin koyundan ayrılan sürü, düğün yemeği için obanın ortasında koca kazanlarda kaynıyordu. Etin kokusu oba meydanına yayılmış, herkesin içini ısıtıyordu. Çocuklar sevinçle koşuyor, kadınlar ellerinde nakışlı mendillerle hazırlık yapıyordu.

🌿 Neslihan gelin otağına alındığında, yüzündeki parıltı güneşten daha parlaktı. Obanın bütün genç kızları onun çevresindeydi ama hiçbiri onun asaletiyle boy ölçüşemiyordu. Kızıl Alp ise dışarıda yiğitlerin arasında, heyecanla bekliyordu.

Kutlu Bey yüksekçe bir taşın üzerine çıkarak seslendi:
— Ey oba halkı! Bugün yalnızca iki gencin düğünü değil, obalarımızın yeniden doğuşu kutlanıyor. Suyumuzu kurutmak isteyenler kaybetti, Allah’ın izniyle direniş ve adalet kazandı. Şimdi Neslihan ve Kızıl Alp’in nikâhını kıyalım.

Nikâh duası oba meydanında yankılandığında, davullar gürledi, zurnalar çaldı. O anda bütün oba halkı ayağa kalktı. Herkes gözyaşları içinde “Hayırlı olsun!” nidaları attı.

🌸 Kılıçlar bu sefer savaş için değil, düğün için çekildi. Yiğitler kılıçlarını havaya kaldırıp göğe doğru işaret ettiler. Çünkü bu düğün, bir milletin yeniden ayağa kalkışının düğünüydü.

Neslihan’ın gözleri, Kızıl Alp’in gözleriyle buluştu. İçlerinden hiç konuşmadan aynı şeyi söylediler:
— Bu zafer aşkımızın ve obamızın zaferidir.

🎶 O gece sazlar susmadı, türküler bitmedi. Kadınlar halay çekti, yiğitler cirit oynadı. Ateşin etrafında sabaha kadar zıplayan gençler, yorgun ama umut doluydu.

🌙 Gecenin sonunda, oba halkı yıldızların altında dua etti:
— Rabbim, obamızı susuz bırakma. Gençlerimizi aşksız bırakma. Yiğitlerimizi kılıçsız bırakma.

Ve böylece Boğaçhan obasının direnişi, hem adaletle hem de büyük bir düğünle taçlanmış oldu.




✨ İşte bu mutlu kapanış, hem aşkı hem mücadeleyi birleştiren finaldir.



Teşekkürler
EmoticonEmoticon